18 Aralık 2007 Salı

Geçmişten bugüne..

Facebook ile tanıştıktan sonra bakmaya korktuğum eski resimlerimi çıkardım,en az korkutucu gelenin seçip geçmişten bugüne doğru sıraladım.Henüz 19 yaşında başlayan çılgınlık dönemi,oturduğumuz merdiven basamaklarından çıktıkça azalmaya başladı,hele iş hayatına girince hanımefendi olma çabalar görülmeye değer ve çok komikti.Kendisiyla dalga geçmesini bilen biriyle kimse dalga geçemez derler,sık sık yaptığım gibi kendimi 'ti'ye almak çok hoşuma gidiyor.Bunu herkesle yapmıyorum 'arkadaşım' ama seninle yaparsam mütevaziliğimden değil stres atmak için.Her insanın ortak ve benzer geçmişi olmadığı için her kelimeyi,cümleyi olayı algılayışı ve yorumlayışı çok farklı olabilir,herkesin algılama eşiği çok farklıdır özetle.Ben de bu kendini 'ti'ye almayı anlayan arkadaşlarımla paylaşıyorum sadece onların yorumu benim için önemli :)) Sevgiyle kalın yeni paylaşımlara kadar hoşçakalın...




Nedir FACEBOOK?

Uzuuuun araştırmalarım ansiklopediler arasında boğularak başlamadı ben facebook'u
önce İgoogle (Kişisel google=Modern google)sayfamdaki sesli sözlükte sözlük anlamını arayarak işe başladım,bir sonuç alamadım.Neymiş Harward'dan atılan zeki öğrenci Zuckermann (sanırım ismi böyleydi) Harvard'lılar arasında haberleşme sağlamak için bu siteyi kurmuş,zeki arkadaşımız oturup ders çalışmaktan sıkılmış,enerjisi fazla gelmiş,yaa demiş ben bu kafayla neler yaratırım ne paralar kazanırım.Vallaha aynı kelimeleri kullanmasa da yola çıkış mantığı bu,çok keriz var hazıra konan nasıl olsa biraz ıkınınca üretme kabızlığına çözüm bulurum.Saksı çalışmış ve anlamı böyle tanımlanan FACEBOOK hayata gözlerini açmış.Ben merak ettim 2.adım olarak bu tarz teknolojik arkadaşlık sitelerine abone deneyimli arkadaşların tavsiyesiyle kaydoldum.
Aman Allah'ım neler yok ki...Ben yaşayarak öğrendim bu facebook u hissederek !.Dil ingilizce,işleyiş çok farklı anlayana aşkolsun,birşey anlamadım ilk bir ay.Aaaa arama kısmına tanıdık isimler yazınca ilkokul olmasa da),ortaokul,lise,üniversite,sevdik sevmedik mahalle arkadaşı eş dost dökülüverdi.
Ya şu Zuckerman yememiş içmemiş neler yapmış dedirtti bana:) Ben facebook u araştıramadım arkadaşlar yaşayarak öğrendim :)) Adamlar biliyor işini çekiveriyor teknoloji sizi içine kurtulana aşkolsun,bu farklılık sarhoşluğuyla sakın ha çok güvenlik ayarlarını ihmal etmeyin madem bulaştınız bu işe alnınızın akıyla çıkın.Anladığım kadarıyla da Yonja,Siberalem vs çöpçatanlık sitesi gibi değil siz siz olun tanımadıklarınızı listenize almayın,yoksa başınız çoook ağrır.Ben önermiyorum yazdıklarım yanlış anlaşılmasın ben sadece anlattım Facebook'u.Dedim ya bu adamalar işi iyi biliyorrrr.Ne resimleri ekledim bir hevesle bulmuşum ya arkadaşlarımı,bak ben böööleyim yaşlanmış,kilo almış dedirtmeyecek resimleri gözlerine sokarcasına ekledim,en çirkinden en güzele.Teknolojinin nimetlerinden faydalanın arkadaşlar ama sakın fazla kapılıp boğulmayın. Sevgiler...

17 Aralık 2007 Pazartesi

Okay Selamet


Sevgili Okay Selamet'i Mart 2007'de geçirdiği kalp krizi sonucu kaybettik,tam 15 yıl önce Yadem'deki bir partiden çekilmiş bu resmi görünce içim acıdı.O günleri andım,yıllar o kadar çabuk geçiyor ki,yaşıyoruz,tüketiyoruz,mücadele ediyoruz ama ne için.Yaşamak için mi? Hayır sadece anlık istekler,çabuk tüketilen duygular için çaba sarfediyoruz.Şu an geçmişi anınca içimiz sızlıyor.Peki daha önceden neden birşeyler yapmıyoruz 'keşke'leri yaşamadan.Okul biteli tam 10 koca yıl oldu ve ben 5 yıl beraber okuduğum sevgili arkadaşım Okay ile 10 yıl sonra cenazesinde buluştum.İş işten geçmiş,ömür bitmiş 'keşke'ler neye yarar.Mekanın cennet olsun Sevgili Okay,
keşkesiz bir yaşam sürmüş olmanı dilerim.

Anlam verme çabası hiç bitmez...

Ne kadar yaşarsak yaşayalım,ne kadar yaşlanırsak yaşlanalım,kafa kağıdımızdaki tarih ne kadar geride kalırsa kalsın
içimizde yaşayan o çocuk büyümedikçe biz de büyümeyiz.Acı çekmenin özgürlük kabul edildiği bir nesil ile büyüdüm,acı çekmenin ve çocukluğun aynı vücutta barınabilmesi çok zordur,insan bünyesi buna direnir,direnirken değişir,olgunlaşır,yıpranır ve büyümek zorunda kalır.O çocuk içimizde yaşamadıkça çocukluğumuz yaşanmamış kabul edilir. Ben en güzel acının aşk acısı olduğuna inananlardanım ve kimsenin acısının kimseninkinden daha az ya da fazla olduğunu tartışma zahmetine girmem,herkes kendince yaşar herşeyi..Aşk,aşk,aşk kimi çok korkar kimi üzerine
gider korkusuzca,acı çeker savaşır,yenilmez,yokolmaz ve daha da güçlenir devam eder yoluna. Bu satırları yazmama sebep olan biri var ki o kendini çok iyi biliyor.. Ben kimseye ithaf etmekten hoşlanmam yazdıklarımı ama kabul ettiğim gerçek o kişinin bana bu satırları yazma ilhamını verdiğidir. Ukalaca davranıp kalemimi ,kelimeleri çok iyi kullandığımı söylemek istemiyorum; ancak çok seviyorum ben yazmayı,kendimi yazarak ifade etmeyi.Soğuk bir buzdağının ardında hiç ummadığın bir iklimi görebilirsin eğer önyagılı olmazsan.Bazı duygulatrın tanımı herkesce farklıdır .Bana göre aşk imkansıza duyulan özlemdir ve ben bunu hissettiğimde acı değil haz duyarım,özlerim,hayran olurum ya da bunları hissedersem aşık olurum kısır ama verimli bir döngü yaşarım içimde,yani benim açımdan korkulacak bir şey değildir aşk,sonrasında büyük kazanımlar elde ederim ama henüz aşık değilim :( Bu bir cevap,bu bir ikna yöntemi değil bu sadece bir kendini ifade biçimi.İnsan sevgisi dolu bir insanın diğer insanlarca yanlış algılanma sonucu kendini ifade biçimi. Kelimeleri yazımı süslemek için kullanmaya başladığım an üretkenliğimin bittiğini ve başkalarını etkileme çabamın benim amacıma ulaşmamı engelleyeceğini düşündüğünden anlatmak istediklerim bitmese de yazıma son veriyorum,en kısa sürede geleceğim :)

13 Aralık 2007 Perşembe

Ben Fenerbahçe'liyim,Ben Atatürk'çüyüm,Ben Ben'im


Tüm yurtta bayram havası
12 Aralık 2007 Çarşamba



Fenerbahçemizin Avrupa Şampiyonlar Ligi'nde G Grubu'ndaki son maçında CSKA Moskova'yı yenerek bir üst tura yükselmesi, Kadıköy'de olduğu kadar tüm yurtta büyük bir sevinç yarattı.

Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı'ndaki maçın 3-1 bitmesinin ardından, tribünlerde ve saha içinde büyük bir coşku yaşandı. Futbolcularımız ve teknik heyet saha içinde bir araya gelerek galibiyeti ve gruptan çıkmayı kutladı. Tribünlerde ise ''100. Yıl Marşı'' ile coşan taraftarlar, tezahüratlarıyla takıma sevgi gösterilerinde bulundu.

Oyuncularımız el ele tribünleri selamlarken, derbi maçta olduğu gibi havaya bırakılan sarı ve lacivert renkteki kağıtlar statta renkli görüntüler oluşturdu.

Futbolculardan Vederson ve Deivid bir ara 100. Yıl Marşı'na dansla eşlik etti.

Taraftarlar ise bir süre tribünlerden ayrılmazken, daha sonra stat dışına çıkarak bayramı Kadıköy'de yaşamaya koyuldu.

Oray Eğin

Oray Eğin'in tarzı ve yazıları hakkındaki yorumumu paylaşmıştım,aykırı,ukala,olayları can alıcı noktalarından yakalayan,cesur bir genç yazar,tüm düşüncelerine ,tavırlarına katılmasam da doğruluğuna inandığım yorumlar karşısında duyarsız kalmak imkansız...Diline sağlık.

Güzel bir yazı

Yeni kuşağın en iyi yazarlarından Oray Eğin’in dün Akşam gazetesindeki yazısını okumayanlar için aynen aktarıyorum:

“Cemaat harekete geçti...


SABAH’ın cemaate yakın Çalık Grubu’na satılması... Jinekolog Alp Nuhoğlu’nun açıklamaları... Hakan Şükür ile G.Saray arasındaki kriz... Özcan’ın YÖK Başkanı olması... Bütün bu olayların ortasında tek bir kişi var: Fethullah Gülen!
Birbiri ardına gelişen bazı olayları alt alta sıralayalım önce. Neydi geçtiğimiz günlerde tartıştığımız konular? Sabah’ın satışı medya açısından önemliydi. Magazin ve tıp gündemine jinekolog Alp Nuhoğlu’nun açıklaması damgasını vurdu. Futbolda Hakan Şükür’le Galatasaray arasındaki kriz tartışılıyor, bu arada Kalli’nin gönderilmesi için sesler yükseliyor. YÖK, yeni başkanını buldu ancak ODTÜ’nün meşhur sosyoloji hocası Yusuf Ziya Özcan hakkında büyük medyada pek az bilgi yer alıyor...
Bu gündem yoğunluğundan birkaç adım geriye gelip genel resme baktığımızda bütün bu olayların ortasında tek bir kişinin adını görüyoruz: Fethullah Gülen... Geçtiğimiz günlerde müritlerinden İhsan Kalkavan tarafından sağlık durumunun çok kötü olduğu açıklanan Hocaefendi bir şekilde bütün bu olaylara müdahil.
Alp Nuhoğlu’nun çocuğunu okuduğu altınla iyileştiriyor... Zamanında nikâh şahidi olduğu Hakan Şükür nereden aldığı bilinmez bir güçle takımı istediği gibi yönetmek istiyor. Cemaatin yayın organı Zaman gazetesinin yılın sporcu ödül töreninin vazgeçilmezi, Zaman’ın bir dönemki spor yazarı Karl Heinz Feldkamp’a karşı sesler yükseliyor, sonra Adnan Polat bu sesleri bastırıyor...
Bir dönem kendini takımdaki “dinci” futbolcuları ayıklamaya adamış Adnan Polat... Kali’nin gönderilmesini düşünmediklerini açıklıyor.
Sabah gazetesi cemaate yakın Çalık Grubu’na satılıyor, zaten son aylarda TMSF kontrolünde giderek prestij kaybeden ve hükümet yandaşı köşe yazarlarıyla dolu koskoca gazete iktidara güdümlü medyanın en önemli aracı oluyor. Ve dün öğrendiğimiz kadarıyla İhsan Kalkavan’ın yöneticilik ihtimali var bir de.
YÖK’teki tartışmalı atamanın ardından odatv.com Yusuf Ziya Özcan’ın en büyük özelliğini açıkladı: Son yıllarda Fethullahçı olmuş meğerse. Ama büyük medya bunu görmezden geliyor, yazmıyor.
Geçen gün haberturk.com’da Fatih Altaylı önemli bir yazı yazdı: “Gülen’i kim eleştirecek?” İkinci sorusu: “Türkiye’de Fethullah Gülen sempatizanı olmayan kaldı mı?” Türkiye’nin yeni medya yapısında, Hocaefendi’ye yakın gazeteler yüzünden cemaatin artık eleştirilemeyeceğini söylüyor Altaylı. Bazı gazeteler göbekten bağlı cemaate, Sabah sıcak bakıyor, Doğan Grubu’nunsa ticari ilişkileri var...
Kanıtı da ben söyleyeyim: İşte YÖK Başkanı’nın Fethullahçı olduğu haberi büyük medyada yer alamıyor.
Hangi gazete yazacak bunu? Hangi genel yayın yönetmeni sayfasına koyacak?
Bakın hafta sonu Abdullah Gül’ün önemli konukları vardı: Ergun Babahan, Salih Memecen, Emre Aköz ve eşleri... Hepsinin ortak özelliği TMSF kontrolü altındaki Sabah’ta Abdullah Gül’e sırtlarını dayamaları, stratejilerini onun üzerine kurup, ondan güç almaları.
Bugün iktidara güdümlü gazetenin temsilcileri... Onlardan mı bekleyeceğiz haber vermelerini?
Hal böyleyken magazinden spora, siyasetten eğitime her yerde Fethullah Hoca’nın adının neden geçtiğini anlamak da epey zor olacak. Maalesef gazetelere bakarak bu gelişmelerin neye işaret ettiğini hiç kimse anlayamaz. Çünkü hiçbiri yazmayacak, yazamaz.
Bugüne kadar yaptırdığı okullarla, topladığı bağışlarla Fethullah Gülen cemaatinin hareket planı merak konusuydu. Bir gün eyleme geçeceklerini, o güne kadar yavaş yavaş büyüyüp her yere yayılacaklarını ve sonra bir anda hayatın her alanını ele geçireceklerini hesaplayanlar vardı. Belki de paranoyak düşüncelerdi bunlar.
Ama şu son birkaç gündür bütün yolların bir şekilde aynı adrese çıkması, üstelik o adreste oturan kişinin de sağlık durumunun “ciddi” olduğunun en yakını tarafından açıklanması tesadüf olabilir mi?
Türk Basını’nın utanç verici uykusundan uyanmasının zamanı geldi.”

Oray, Türkiye’nin düşündüğünü yazmaktan korkmayan yürekli yazarlarından biri.
Eline sağlık genç kardeşim.

Türkiye de Son Durum..

4 aydır yazmak içimden gelmedi ve yazmadım,Türkiye deki siyasi gelişmeleri izlerken
tabir-i caiz ise moda olan kelimeyle 'dumur'oldum,nutkum tutuldu,üzüldüm,içim yandı.Olayın dramatize edilmiş kısmı bu,zaten bizler genelde duyarlı olduğumuzu vurgulayarak pasif tepkiler (tepkisizlikle eşdeğer)ile avutuyoruz kendimizi.Olayların detayını anlatmaya gerek yok,ama köşe yazılarından yaptığım alıntılarla o pasif tepkimi gösteriyorum,tek başınalığın acizliğini yaşayarak yapıyorum bunu.(!)

YÖK Başkanı Anayasa’yı döver mi?

YÖK’ün yeni Başkanı Yusuf Ziya Özcan daha koltuğuna oturmadan hakkındaki tartışmalar başladı.
Seçildiği gün küçük bir araştırma yapmıştım.
Öğrencilerin sevdiği, hafif argo, hatta küfürbaz, inceden demlenen, demokrat tavırlı tipik bir Türk vatandaşı portresi çizmişti tanıyanlar.
Sonra Fethullahçı olduğu iddiaları ortaya atıldı.
Üniversetede yasaklara karşı olduğunu söyleyince tam bir kıyamet koptu.
İki gün içinde iş şirazesinden çıkma eğilimine girdi.
Ben kendi payıma Prof. Ziya Özcan’ın atanmasına şaşırdığımı söyleyebilirim.
Ben Abdullah Gül’den daha keskin bir atama bekliyordum.
Eşinin başı örtülü, ciddi muhafazakar birini YÖK Başkanı yapacaklarını, üst düzey görevlere eşi türbanlı birini atama geleneğini sürdüreceklerini tahmin ediyordum.
Yanıldım.
Ama yine de kendilerine yakın birini seçtiler.
Şimdi tartışma şöyle:
“Hadi sıkıysa üniversitelerde türbanı serbest bıraksın da görelim”
Bu tartışma düzeyi şunu gösteriyor: “Türkiye bir hukuk devleti hatta bir kanun devleti bile değil”
Türbanlı kızların üniversiteye girememesi, ne Erdoğan Teziç’in, ne de Kemal Gürüz’ün keyfi uygulamaları değil.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın emrettiği bir durum.
Konunun bu hale gelmesinin nedeni, Özal döneminde Anayasa Mahkemesi’nin aldığı bir karar.
Şimdi bütün bunlar unutuluyor ve konu sanki YÖK başkanlarının özel meselesiymiş gibi sunuluyor.
Yeni YÖK Başkanı ile birlikte türbana üniversite kapısı açılırsa bu Türkiye’nin ciddi bir devlet olmadığını, kanunlara ve kurallara göre yönetilmediğinin açık bir göstergesi olacak.
Bu çocuklar üniversiteye türbanla girecekse bu YÖK Başkanı’nın değil, Anayasa’nın değişmesiyle olabilir.
Gerisi çözüm değildir.



Evvel ezel YÖK’e karşı biri olarak, Gül’ün atadığı YÖK Başkanı’nın entellerimizle aynı meşrepten olmasının YÖK’ü demokratik bir kurum yapmayacağını düşünüyorum.
Türkiye’de üniversiter sistemin demokratikleşmesi isteniyorsa tek çözüm YÖK’ü siyasetten, siyaseti YÖK’ten uzaklaştırmaktır.
Bunun çözümü basittir.
Üniversite senatoları rektörlerini kendileri seçmelidir.
Bunun için YÖK’e bir liste gönderilmesi, YÖK’ün listeyi kısaltıp Cumhurbaşkanı’na göndermesi, Cumhurbaşkanı’nın de kendine gönderilen listeden kafasına göre birini seçmesi üniversitelerimiz üzerinde bir gölge, bir ayıptır.
Keza YÖK Başkanı Cumhurbaşkanı tarafından seçilmemelidir.
Üniversitelerarası Kurul kendi arasında toplanıp YÖK Başkanı’nı seçmeli, ille de gerekiyorsa Cumhurbaşkanı bunu sembolik olarak onaylamalıdır.
Bunun dışındaki her yöntem üniversiter sistemi demokratik olmaktan uzaklaştırır, siyasetin oyuncağı yapar.
Bugünkü şekliyle kısır bir döngü yaratılır.
Cumhurbaşkanı kendi düşüncesinde bir YÖK Başkanı atar.
YÖK Başkanı aynı düşüncenin devamı olan rektörleri Köşk’e yollar.
Köşk kendi kafasındaki adamları rektör olarak atar.
Bir anda iktidar olan düşünce üniversiteleri ele geçirir.
Üniversitelerin özgürce bilim ve düşünce üretmesi imkansızlaşır.
İdeolojik kurumlar haline gelirler.
Faşist ülkelerin üniversitelerine dönerler.
AKP iktidarı YÖK’ü ve üniversiteleri gerçekten demokratik ortamlar haline dönüştürmek istiyorsa yapması gereken açıktır.
Aksi AKP’nin hedefi hakkındaki şüpheleri haklı çıkarır.