18 Aralık 2007 Salı

Geçmişten bugüne..

Facebook ile tanıştıktan sonra bakmaya korktuğum eski resimlerimi çıkardım,en az korkutucu gelenin seçip geçmişten bugüne doğru sıraladım.Henüz 19 yaşında başlayan çılgınlık dönemi,oturduğumuz merdiven basamaklarından çıktıkça azalmaya başladı,hele iş hayatına girince hanımefendi olma çabalar görülmeye değer ve çok komikti.Kendisiyla dalga geçmesini bilen biriyle kimse dalga geçemez derler,sık sık yaptığım gibi kendimi 'ti'ye almak çok hoşuma gidiyor.Bunu herkesle yapmıyorum 'arkadaşım' ama seninle yaparsam mütevaziliğimden değil stres atmak için.Her insanın ortak ve benzer geçmişi olmadığı için her kelimeyi,cümleyi olayı algılayışı ve yorumlayışı çok farklı olabilir,herkesin algılama eşiği çok farklıdır özetle.Ben de bu kendini 'ti'ye almayı anlayan arkadaşlarımla paylaşıyorum sadece onların yorumu benim için önemli :)) Sevgiyle kalın yeni paylaşımlara kadar hoşçakalın...




Nedir FACEBOOK?

Uzuuuun araştırmalarım ansiklopediler arasında boğularak başlamadı ben facebook'u
önce İgoogle (Kişisel google=Modern google)sayfamdaki sesli sözlükte sözlük anlamını arayarak işe başladım,bir sonuç alamadım.Neymiş Harward'dan atılan zeki öğrenci Zuckermann (sanırım ismi böyleydi) Harvard'lılar arasında haberleşme sağlamak için bu siteyi kurmuş,zeki arkadaşımız oturup ders çalışmaktan sıkılmış,enerjisi fazla gelmiş,yaa demiş ben bu kafayla neler yaratırım ne paralar kazanırım.Vallaha aynı kelimeleri kullanmasa da yola çıkış mantığı bu,çok keriz var hazıra konan nasıl olsa biraz ıkınınca üretme kabızlığına çözüm bulurum.Saksı çalışmış ve anlamı böyle tanımlanan FACEBOOK hayata gözlerini açmış.Ben merak ettim 2.adım olarak bu tarz teknolojik arkadaşlık sitelerine abone deneyimli arkadaşların tavsiyesiyle kaydoldum.
Aman Allah'ım neler yok ki...Ben yaşayarak öğrendim bu facebook u hissederek !.Dil ingilizce,işleyiş çok farklı anlayana aşkolsun,birşey anlamadım ilk bir ay.Aaaa arama kısmına tanıdık isimler yazınca ilkokul olmasa da),ortaokul,lise,üniversite,sevdik sevmedik mahalle arkadaşı eş dost dökülüverdi.
Ya şu Zuckerman yememiş içmemiş neler yapmış dedirtti bana:) Ben facebook u araştıramadım arkadaşlar yaşayarak öğrendim :)) Adamlar biliyor işini çekiveriyor teknoloji sizi içine kurtulana aşkolsun,bu farklılık sarhoşluğuyla sakın ha çok güvenlik ayarlarını ihmal etmeyin madem bulaştınız bu işe alnınızın akıyla çıkın.Anladığım kadarıyla da Yonja,Siberalem vs çöpçatanlık sitesi gibi değil siz siz olun tanımadıklarınızı listenize almayın,yoksa başınız çoook ağrır.Ben önermiyorum yazdıklarım yanlış anlaşılmasın ben sadece anlattım Facebook'u.Dedim ya bu adamalar işi iyi biliyorrrr.Ne resimleri ekledim bir hevesle bulmuşum ya arkadaşlarımı,bak ben böööleyim yaşlanmış,kilo almış dedirtmeyecek resimleri gözlerine sokarcasına ekledim,en çirkinden en güzele.Teknolojinin nimetlerinden faydalanın arkadaşlar ama sakın fazla kapılıp boğulmayın. Sevgiler...

17 Aralık 2007 Pazartesi

Okay Selamet


Sevgili Okay Selamet'i Mart 2007'de geçirdiği kalp krizi sonucu kaybettik,tam 15 yıl önce Yadem'deki bir partiden çekilmiş bu resmi görünce içim acıdı.O günleri andım,yıllar o kadar çabuk geçiyor ki,yaşıyoruz,tüketiyoruz,mücadele ediyoruz ama ne için.Yaşamak için mi? Hayır sadece anlık istekler,çabuk tüketilen duygular için çaba sarfediyoruz.Şu an geçmişi anınca içimiz sızlıyor.Peki daha önceden neden birşeyler yapmıyoruz 'keşke'leri yaşamadan.Okul biteli tam 10 koca yıl oldu ve ben 5 yıl beraber okuduğum sevgili arkadaşım Okay ile 10 yıl sonra cenazesinde buluştum.İş işten geçmiş,ömür bitmiş 'keşke'ler neye yarar.Mekanın cennet olsun Sevgili Okay,
keşkesiz bir yaşam sürmüş olmanı dilerim.

Anlam verme çabası hiç bitmez...

Ne kadar yaşarsak yaşayalım,ne kadar yaşlanırsak yaşlanalım,kafa kağıdımızdaki tarih ne kadar geride kalırsa kalsın
içimizde yaşayan o çocuk büyümedikçe biz de büyümeyiz.Acı çekmenin özgürlük kabul edildiği bir nesil ile büyüdüm,acı çekmenin ve çocukluğun aynı vücutta barınabilmesi çok zordur,insan bünyesi buna direnir,direnirken değişir,olgunlaşır,yıpranır ve büyümek zorunda kalır.O çocuk içimizde yaşamadıkça çocukluğumuz yaşanmamış kabul edilir. Ben en güzel acının aşk acısı olduğuna inananlardanım ve kimsenin acısının kimseninkinden daha az ya da fazla olduğunu tartışma zahmetine girmem,herkes kendince yaşar herşeyi..Aşk,aşk,aşk kimi çok korkar kimi üzerine
gider korkusuzca,acı çeker savaşır,yenilmez,yokolmaz ve daha da güçlenir devam eder yoluna. Bu satırları yazmama sebep olan biri var ki o kendini çok iyi biliyor.. Ben kimseye ithaf etmekten hoşlanmam yazdıklarımı ama kabul ettiğim gerçek o kişinin bana bu satırları yazma ilhamını verdiğidir. Ukalaca davranıp kalemimi ,kelimeleri çok iyi kullandığımı söylemek istemiyorum; ancak çok seviyorum ben yazmayı,kendimi yazarak ifade etmeyi.Soğuk bir buzdağının ardında hiç ummadığın bir iklimi görebilirsin eğer önyagılı olmazsan.Bazı duygulatrın tanımı herkesce farklıdır .Bana göre aşk imkansıza duyulan özlemdir ve ben bunu hissettiğimde acı değil haz duyarım,özlerim,hayran olurum ya da bunları hissedersem aşık olurum kısır ama verimli bir döngü yaşarım içimde,yani benim açımdan korkulacak bir şey değildir aşk,sonrasında büyük kazanımlar elde ederim ama henüz aşık değilim :( Bu bir cevap,bu bir ikna yöntemi değil bu sadece bir kendini ifade biçimi.İnsan sevgisi dolu bir insanın diğer insanlarca yanlış algılanma sonucu kendini ifade biçimi. Kelimeleri yazımı süslemek için kullanmaya başladığım an üretkenliğimin bittiğini ve başkalarını etkileme çabamın benim amacıma ulaşmamı engelleyeceğini düşündüğünden anlatmak istediklerim bitmese de yazıma son veriyorum,en kısa sürede geleceğim :)

13 Aralık 2007 Perşembe

Ben Fenerbahçe'liyim,Ben Atatürk'çüyüm,Ben Ben'im


Tüm yurtta bayram havası
12 Aralık 2007 Çarşamba



Fenerbahçemizin Avrupa Şampiyonlar Ligi'nde G Grubu'ndaki son maçında CSKA Moskova'yı yenerek bir üst tura yükselmesi, Kadıköy'de olduğu kadar tüm yurtta büyük bir sevinç yarattı.

Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı'ndaki maçın 3-1 bitmesinin ardından, tribünlerde ve saha içinde büyük bir coşku yaşandı. Futbolcularımız ve teknik heyet saha içinde bir araya gelerek galibiyeti ve gruptan çıkmayı kutladı. Tribünlerde ise ''100. Yıl Marşı'' ile coşan taraftarlar, tezahüratlarıyla takıma sevgi gösterilerinde bulundu.

Oyuncularımız el ele tribünleri selamlarken, derbi maçta olduğu gibi havaya bırakılan sarı ve lacivert renkteki kağıtlar statta renkli görüntüler oluşturdu.

Futbolculardan Vederson ve Deivid bir ara 100. Yıl Marşı'na dansla eşlik etti.

Taraftarlar ise bir süre tribünlerden ayrılmazken, daha sonra stat dışına çıkarak bayramı Kadıköy'de yaşamaya koyuldu.

Oray Eğin

Oray Eğin'in tarzı ve yazıları hakkındaki yorumumu paylaşmıştım,aykırı,ukala,olayları can alıcı noktalarından yakalayan,cesur bir genç yazar,tüm düşüncelerine ,tavırlarına katılmasam da doğruluğuna inandığım yorumlar karşısında duyarsız kalmak imkansız...Diline sağlık.

Güzel bir yazı

Yeni kuşağın en iyi yazarlarından Oray Eğin’in dün Akşam gazetesindeki yazısını okumayanlar için aynen aktarıyorum:

“Cemaat harekete geçti...


SABAH’ın cemaate yakın Çalık Grubu’na satılması... Jinekolog Alp Nuhoğlu’nun açıklamaları... Hakan Şükür ile G.Saray arasındaki kriz... Özcan’ın YÖK Başkanı olması... Bütün bu olayların ortasında tek bir kişi var: Fethullah Gülen!
Birbiri ardına gelişen bazı olayları alt alta sıralayalım önce. Neydi geçtiğimiz günlerde tartıştığımız konular? Sabah’ın satışı medya açısından önemliydi. Magazin ve tıp gündemine jinekolog Alp Nuhoğlu’nun açıklaması damgasını vurdu. Futbolda Hakan Şükür’le Galatasaray arasındaki kriz tartışılıyor, bu arada Kalli’nin gönderilmesi için sesler yükseliyor. YÖK, yeni başkanını buldu ancak ODTÜ’nün meşhur sosyoloji hocası Yusuf Ziya Özcan hakkında büyük medyada pek az bilgi yer alıyor...
Bu gündem yoğunluğundan birkaç adım geriye gelip genel resme baktığımızda bütün bu olayların ortasında tek bir kişinin adını görüyoruz: Fethullah Gülen... Geçtiğimiz günlerde müritlerinden İhsan Kalkavan tarafından sağlık durumunun çok kötü olduğu açıklanan Hocaefendi bir şekilde bütün bu olaylara müdahil.
Alp Nuhoğlu’nun çocuğunu okuduğu altınla iyileştiriyor... Zamanında nikâh şahidi olduğu Hakan Şükür nereden aldığı bilinmez bir güçle takımı istediği gibi yönetmek istiyor. Cemaatin yayın organı Zaman gazetesinin yılın sporcu ödül töreninin vazgeçilmezi, Zaman’ın bir dönemki spor yazarı Karl Heinz Feldkamp’a karşı sesler yükseliyor, sonra Adnan Polat bu sesleri bastırıyor...
Bir dönem kendini takımdaki “dinci” futbolcuları ayıklamaya adamış Adnan Polat... Kali’nin gönderilmesini düşünmediklerini açıklıyor.
Sabah gazetesi cemaate yakın Çalık Grubu’na satılıyor, zaten son aylarda TMSF kontrolünde giderek prestij kaybeden ve hükümet yandaşı köşe yazarlarıyla dolu koskoca gazete iktidara güdümlü medyanın en önemli aracı oluyor. Ve dün öğrendiğimiz kadarıyla İhsan Kalkavan’ın yöneticilik ihtimali var bir de.
YÖK’teki tartışmalı atamanın ardından odatv.com Yusuf Ziya Özcan’ın en büyük özelliğini açıkladı: Son yıllarda Fethullahçı olmuş meğerse. Ama büyük medya bunu görmezden geliyor, yazmıyor.
Geçen gün haberturk.com’da Fatih Altaylı önemli bir yazı yazdı: “Gülen’i kim eleştirecek?” İkinci sorusu: “Türkiye’de Fethullah Gülen sempatizanı olmayan kaldı mı?” Türkiye’nin yeni medya yapısında, Hocaefendi’ye yakın gazeteler yüzünden cemaatin artık eleştirilemeyeceğini söylüyor Altaylı. Bazı gazeteler göbekten bağlı cemaate, Sabah sıcak bakıyor, Doğan Grubu’nunsa ticari ilişkileri var...
Kanıtı da ben söyleyeyim: İşte YÖK Başkanı’nın Fethullahçı olduğu haberi büyük medyada yer alamıyor.
Hangi gazete yazacak bunu? Hangi genel yayın yönetmeni sayfasına koyacak?
Bakın hafta sonu Abdullah Gül’ün önemli konukları vardı: Ergun Babahan, Salih Memecen, Emre Aköz ve eşleri... Hepsinin ortak özelliği TMSF kontrolü altındaki Sabah’ta Abdullah Gül’e sırtlarını dayamaları, stratejilerini onun üzerine kurup, ondan güç almaları.
Bugün iktidara güdümlü gazetenin temsilcileri... Onlardan mı bekleyeceğiz haber vermelerini?
Hal böyleyken magazinden spora, siyasetten eğitime her yerde Fethullah Hoca’nın adının neden geçtiğini anlamak da epey zor olacak. Maalesef gazetelere bakarak bu gelişmelerin neye işaret ettiğini hiç kimse anlayamaz. Çünkü hiçbiri yazmayacak, yazamaz.
Bugüne kadar yaptırdığı okullarla, topladığı bağışlarla Fethullah Gülen cemaatinin hareket planı merak konusuydu. Bir gün eyleme geçeceklerini, o güne kadar yavaş yavaş büyüyüp her yere yayılacaklarını ve sonra bir anda hayatın her alanını ele geçireceklerini hesaplayanlar vardı. Belki de paranoyak düşüncelerdi bunlar.
Ama şu son birkaç gündür bütün yolların bir şekilde aynı adrese çıkması, üstelik o adreste oturan kişinin de sağlık durumunun “ciddi” olduğunun en yakını tarafından açıklanması tesadüf olabilir mi?
Türk Basını’nın utanç verici uykusundan uyanmasının zamanı geldi.”

Oray, Türkiye’nin düşündüğünü yazmaktan korkmayan yürekli yazarlarından biri.
Eline sağlık genç kardeşim.

Türkiye de Son Durum..

4 aydır yazmak içimden gelmedi ve yazmadım,Türkiye deki siyasi gelişmeleri izlerken
tabir-i caiz ise moda olan kelimeyle 'dumur'oldum,nutkum tutuldu,üzüldüm,içim yandı.Olayın dramatize edilmiş kısmı bu,zaten bizler genelde duyarlı olduğumuzu vurgulayarak pasif tepkiler (tepkisizlikle eşdeğer)ile avutuyoruz kendimizi.Olayların detayını anlatmaya gerek yok,ama köşe yazılarından yaptığım alıntılarla o pasif tepkimi gösteriyorum,tek başınalığın acizliğini yaşayarak yapıyorum bunu.(!)

YÖK Başkanı Anayasa’yı döver mi?

YÖK’ün yeni Başkanı Yusuf Ziya Özcan daha koltuğuna oturmadan hakkındaki tartışmalar başladı.
Seçildiği gün küçük bir araştırma yapmıştım.
Öğrencilerin sevdiği, hafif argo, hatta küfürbaz, inceden demlenen, demokrat tavırlı tipik bir Türk vatandaşı portresi çizmişti tanıyanlar.
Sonra Fethullahçı olduğu iddiaları ortaya atıldı.
Üniversetede yasaklara karşı olduğunu söyleyince tam bir kıyamet koptu.
İki gün içinde iş şirazesinden çıkma eğilimine girdi.
Ben kendi payıma Prof. Ziya Özcan’ın atanmasına şaşırdığımı söyleyebilirim.
Ben Abdullah Gül’den daha keskin bir atama bekliyordum.
Eşinin başı örtülü, ciddi muhafazakar birini YÖK Başkanı yapacaklarını, üst düzey görevlere eşi türbanlı birini atama geleneğini sürdüreceklerini tahmin ediyordum.
Yanıldım.
Ama yine de kendilerine yakın birini seçtiler.
Şimdi tartışma şöyle:
“Hadi sıkıysa üniversitelerde türbanı serbest bıraksın da görelim”
Bu tartışma düzeyi şunu gösteriyor: “Türkiye bir hukuk devleti hatta bir kanun devleti bile değil”
Türbanlı kızların üniversiteye girememesi, ne Erdoğan Teziç’in, ne de Kemal Gürüz’ün keyfi uygulamaları değil.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın emrettiği bir durum.
Konunun bu hale gelmesinin nedeni, Özal döneminde Anayasa Mahkemesi’nin aldığı bir karar.
Şimdi bütün bunlar unutuluyor ve konu sanki YÖK başkanlarının özel meselesiymiş gibi sunuluyor.
Yeni YÖK Başkanı ile birlikte türbana üniversite kapısı açılırsa bu Türkiye’nin ciddi bir devlet olmadığını, kanunlara ve kurallara göre yönetilmediğinin açık bir göstergesi olacak.
Bu çocuklar üniversiteye türbanla girecekse bu YÖK Başkanı’nın değil, Anayasa’nın değişmesiyle olabilir.
Gerisi çözüm değildir.



Evvel ezel YÖK’e karşı biri olarak, Gül’ün atadığı YÖK Başkanı’nın entellerimizle aynı meşrepten olmasının YÖK’ü demokratik bir kurum yapmayacağını düşünüyorum.
Türkiye’de üniversiter sistemin demokratikleşmesi isteniyorsa tek çözüm YÖK’ü siyasetten, siyaseti YÖK’ten uzaklaştırmaktır.
Bunun çözümü basittir.
Üniversite senatoları rektörlerini kendileri seçmelidir.
Bunun için YÖK’e bir liste gönderilmesi, YÖK’ün listeyi kısaltıp Cumhurbaşkanı’na göndermesi, Cumhurbaşkanı’nın de kendine gönderilen listeden kafasına göre birini seçmesi üniversitelerimiz üzerinde bir gölge, bir ayıptır.
Keza YÖK Başkanı Cumhurbaşkanı tarafından seçilmemelidir.
Üniversitelerarası Kurul kendi arasında toplanıp YÖK Başkanı’nı seçmeli, ille de gerekiyorsa Cumhurbaşkanı bunu sembolik olarak onaylamalıdır.
Bunun dışındaki her yöntem üniversiter sistemi demokratik olmaktan uzaklaştırır, siyasetin oyuncağı yapar.
Bugünkü şekliyle kısır bir döngü yaratılır.
Cumhurbaşkanı kendi düşüncesinde bir YÖK Başkanı atar.
YÖK Başkanı aynı düşüncenin devamı olan rektörleri Köşk’e yollar.
Köşk kendi kafasındaki adamları rektör olarak atar.
Bir anda iktidar olan düşünce üniversiteleri ele geçirir.
Üniversitelerin özgürce bilim ve düşünce üretmesi imkansızlaşır.
İdeolojik kurumlar haline gelirler.
Faşist ülkelerin üniversitelerine dönerler.
AKP iktidarı YÖK’ü ve üniversiteleri gerçekten demokratik ortamlar haline dönüştürmek istiyorsa yapması gereken açıktır.
Aksi AKP’nin hedefi hakkındaki şüpheleri haklı çıkarır.

23 Ağustos 2007 Perşembe

Sadece bir alıntı (?)

Saçlarını ve Hatta Yüzlerini Kapamaya Zorlayarak Kadınları Niçin Çuvala Sokuyorsunuz?

Muhammed peygamberden sonra en çok süistimal edilen ve saptırılan konulardan birisi kadınlarla ilgili dini kurallardır. Müslüman din adamları, Hristiyan din adamlarının icad ettiği ruhbanlığı (57:27), taklid ettiler. Uydurma hadislerle kadınları, en temel haklarından mahrum ettiler. Müslüman toplumunda kadınlar, kör, sağır ve dilsiz yaratıklar haline dönüştürüldüler. Sarıklı sakallı din adamları, şeytani öğretileriyle kadını boşama hakkından mahrum ederek, Cuma namazlarına gitmelerini hoş görmeyerek, aybaşı halindeyken namaz kılmalarına, oruç tutmalarına ve Kur’an okumalarına izin vermeyerek, eşekler ve köpeklerle bir tutarak, kara kargalara benzeterek, cehennemi onlarla doldurarak, Adem'in suçunu Havva'ya yükleyerek, öğrenim ve öğretimden mahrum ederek, danışma meclislerine ve devlet başkanlığına layık görmeyerek, Kur’an ayetlerini yanlış yorumlayarak, örneğin 4:34 ayetini çarpıtıp kadınları erkek despotluğuna ve dayağa mahkum ederek yüzyıllarca kadınlara zulmettiler. (Erkek şövenistler tarafından hazırlanan Kur’an meallerinin, 4:34 ayetinin çevirisinde yaptıkları dört çeviri hatasının tartışması için Türkçe Kuran Meallerindeki Hatalar kitabımıza bakınız.) Ve tüm bunlara ilaveten kadının evden dışarı çıkmasını kötü bir durum olarak gösterdiler. Kadının ancak kapkara bir çuval içinde dışarı çıkabileceği fetvasını verdiler. Bir kısmı daha ileri giderek kadının yüzünün siyah bir peçe ile örtülmesinin farz olduğu fetvasını ekledi.

Kelimelerin Anlamını Kaydırma Hastalığı

Kuran'da kınanan Yahudi taktiğini (4:46; 5:13; 5:41) aynen uygulayan "Müslüman" din adamları, hadis ve sünnet diye adlandırdıkları şeytani öğretilerini Kuran'la da desteklemek için kelimelerin anlamını kaydırmaya çalıştılar. 24:31 ayetinde geçen "humür = örtüler" kelimesine "başörtüleri" anlamını verdiler. "Humür" kelimesi, "örtmek " anlamına gelen "hamara" kökünden türeyen çoğul bir isimdir. Bunun tekil hali olan "hamr = örtü" kelimesi aklı örten alküllü ve uyuşturucu maddeler için de kullanılmaktadır (5:90). 24:31 ayetinde Allah, kadınlara iffetli olmalarını ve erkekleri tahrik etmemek için örtüleriyle göğüslerini kapatmalarını emretmektedir. Kuran, kadınların başlarını veya yüzlerini örtmelerini değil, göğüslerini örtmelerini emretmektedir. Ayrıca, ayetteki "felyedribne = kapasınlar" ifadesi dikkat çekicidir. Hadis ve sünnet izleyicilerinin yakıştırdığı anlam doğru olsaydı, bunun yerine "felyüdnine = indirsinler" ifadesi kullanılması daha uygun olurdu (33:59 ayetinde olduğu gibi)

a) Arapça "hamara" kelimesi ne anlama gelir? Neden 24:31'deki hümur = örtüler" kelimesini "hümurürre's = başörtüsü" olarak çarpıtıyorsunuz?

b) Muhammed peygamber zamanında kadınlar peçe kullanıyor muydu, kullanmıyor muydu? Peçe kullanmıyor idilerse neden sünni mezheplerden Şafii mezhebi peçeyi kadınlara farz kıldı? Yok eğer peçe kullanıyor idilerse neden Hanefi mezhebi peçeyi farz olarak görmedi?

c) Hanefi mezhebine göre, fitne durumunda kadın peçe takmalıdır. Hanefi alimleri bu fitneyi şöyle açıklıyorlar: "Kadın çok güzel ise ve güzelliğiyle erkeklerin dikkatini çekiyorsa bu fitnedir." Erkeklerin suçunu kadınlara yükleyerek "fitne" durumunda kadınları peçeye mahkum eden zihniyete ne dersiniz?

d) Bir an için Hanefi fıkıh kitaplarındaki bu hükmün toplumda geçerli olduğunu varsayalım. Peçenin ancak güzel kadınlara takıldığını bilen erkeklerin peçeli kadınlara karşı tutumları ne olur? Böyle bir toplumda peçe bir çeşit cinsel çağrı işareti olmaz mı? Peçeli olmayan kızların çirkin sayıldığı o toplumda kızlar peçe takmak için yarışmazlar mı ve onu bir erkek avlama aracı olarak kullanmazlar mı?

e) Hadis kitaplarınızda Peygamberimizin hanımı Ayşe'ye yakıştırdığınız bir rivayete göre "24:31 ayeti nazil olunca müslüman kadınlar, başlarını örtmek için örtüler aramaya başladılar. Hatta bazıları yastık kılıflarını, perdeleri yırtarak başörtüsü edindiler" Bu uydurma rivayetle 24:31 ayetinin anlamını kaydırmaya çabalayan sahtekarlar o ayete dikkat etmemişlerdir. Bir an için ayetteki "hümur" kelimesini sizin yakıştırdığınız biçimde "başörtüsü" olarak kabul edelim. Buna göre o dönemde başörtüsünün mevcut olması lazım zira "başörtülerini göğüslerine kapasınlar" emrine muhatap olan bir toplumun başörtüsüne sahip olması gerekir. Böyle bir emir, başörtüsünün yeni bir giysi olmadığını bildirir. O halde, 24:31 ayetinin inmesinden sonra, sahabe kadınlarının başörtü edinmek için seferber olduğu biçimindeki hadis sizin ayete yakıştırdığınız anlam ile çelişiyor. Başörtüsü ile ilgili en önemli deliliniz olan bu hadisin uydurma olduğuna dair bu itirazımız için ne diyorsunuz?

Edip Yüksel, “Kur’an’daki Din”

15 Ağustos 2007 Çarşamba

Emin Çölaşan 14.08.07 tarihli yazısı yüzünden 22 yıldır çalıştığı Hürriyet'ten kovuldu!!




Yazarlar
14 Ağustos 2007
Emin ÇÖLAŞAN
ecolasan@hurriyet.com.tr Vay vay vay!..ELİMDE İstanbul'da haftalık yayınlanan bir İslamcı dergi var. Seçim sonrasındaki iki ayrı kapağını burada görüyorsunuz. İlkinde Anıtkabir'e kilit vurulmuş ve altı ok, Atatürk'ün mezarından ceset halinde çıkarılıyor.Bir sonraki kapakta ise altı ok şöyle tanımlanıyor: (Aslında Cumhuriyet rejimine küfrediliyor!) "Dinsizlik, Halk Düşmanlığı, Fahişelik-İbnelik, Ayyaşlık-Hırsızlık, Batıcılık-Hayvanlık, Vatan Hainliği." * * *Derginin Anıtkabir kapaklı sayısında, 19. sayfada bir haber. Bunları sizlerden özür dileyerek aynen veriyorum ki, herkes pisliğin boyutunu görsün. Haberin başlığı: "Dayılanan pezevenge kurşun yağdı." "Kayseri'de seks dükkanı açarak Müslüman halkımıza meydan okuyan pezevengin kerhanesi kurşunlandı. Kayserili Müslümanlar bu orospu çocuğunun açtığı seks dükkanına giderek 'Ananın porno filmi var mı, eğer gelirse biz satın alacağız. Ananın donunu da dükkanın girişine as' dediler. Şimdi biz laiklerden öğrendiğimiz yöntemlerle para kazamayı öğrenen bu orospu çocuğunun anasının filminin vizyona giriş haberini bekliyoruz.Müslüman Kayseri halkı bizi yanıltmadı ve pezevengin işyeri kurşunlandı. Onları tebrik ediyoruz. Gün geçmiyor ki Laik Cumhuriyet'in Allahsız ve ahlaksız rejiminin pislikleri görülmesin. Cumhuriyet kazanımları! 'İlke ve inkılapların' oluşturduğu bu manzara karşısında biz intikam yemini ettik. Tek tek ve topyekun, hesabını bu dünyada görmek üzere Allah'tan memuriyet diliyoruz." Bu yayınlar (hem de "Müslümanlık" adına) İstanbul'da Valiliğin, Savcılığın, Emniyet ve öteki ilgili makamların gözleri önünde yapılıyor.Devlet var mı? Var, var!

6 Ağustos 2007 Pazartesi

Süper Kupa sahibini buldu.Viva Fenerbahçe!!

SÜPER KUPA FENERBAHÇE'NİN

TFF tarafından bu yıl ikincisi düzenlenen ve Köln Rhein Energie Stadı'nda oynanan mücadelede Deivid ve Kezman'ın golleriyle gülen Fenerbahçe geçen senenin rövanşını aldı ve Süper Kupa'nın sahibi oldu.
06 Ağustos 2007 Pazartesi 00:15
Lig ve Kupa şampiyonlarının şampiyonu Fenerbahçe oldu. TFF tarafından bu yıl ikincisi düzenlenen ve Köln Rhein Energie Stadı'nda oynanan mücadelede Deivid ve Kezman'ın golleriyle gülen Fenerbahçe geçen senenin rövanşını aldı ve Süper Kupa'nın sahibi oldu.Her iki takımın da etkili bir oyunla başladığı mücadelede 14. dakikada Deivid'in golüyle öne geçen Fenerbahçe, eski Fenerbahçeli Mehmet Yozgatlı'nın hazırladığı pozisyonda Bobo'nun golüne engel olamadı..İlk yarısı 1-1'lik eşitlikle sonuçlanan karşılaşmanın son dakikalarında Kezman'ın golüyle öne geçen Fenerbahçe, üstünlüğünü maç sonuna kadar korudu ve 2. Süper Kupa'nın sahibi oldu.

Karşılaşmanın 90. dakikasında yerde yatan Kezman'a centilmenlik dışı hareket yapan İbrahim Üzülmez kırmızı kartal oyun dışı kaldı..

FENERBAHÇE - BEŞİKTAŞ: 2-1

3 Ağustos 2007 Cuma

Ya Siz ?


Siz hiç geçmişe özlem duyup da geçen her saniyenin tekrar yaşanamayacağı gerçeğini kabullenmekte zorlandınız mı? Her geçen gün kabullenmekte daha da zorlanmak ne kadar kötü.Değişmeyen tek şeyin değişimin kendi doğası olduğunu kabul etsek de sık sık tekrarlanan ''ama'' lar çelişkiyi artırarak hayatı çekilmez kılmakta.
Felsefeye çok ilgi duyan biri olan ben , bunun beni çok yorduğunu farkettim....Yazı yazarken bile düşündükçe yüküm artıyor, yorulduğumu hissediyorum. Yok yok hala gencim ve herşeye rağmen hayatı seviyorum ve herşeyi kendi doğasında olduğu gibi kabullenmeyi öğrenmeye çalışıyorum, ihtiyacım olan tek şey sevgi ve huzur :)

30 Temmuz 2007 Pazartesi

Doğru Adres 10.Köy !!!


Bazen doğrunun ne ve nerede olduğunu önceden bilmek mümkün olmaz, yaşadıkça elde edilen deneyimlerle doğru ya da yanlış hakkında fikir sahibi olunabilir.Doğrucu insanların aradığı 10.Köy'ün adresi de herkese göre farklıdır.Dünya da ne kadar insan varsa o kadar farklı doğru ve yanlış vardır. Aslolan kendi doğrusunu ve yanlışını bu karmaşa arasında belirleyebilmektir.

Sevgili arkadaşım Nilüfer de doğrusunu buldu sanırım o artık sevgili Onur Balkan'ın annesi,onun

huzur bulduğu adres 10.köyü bebeğinin yanı .. Hayırlı olsun sevgili arkadaşım ve hoşgeldin Onur Balkan. Sevgiler....

1:45





























Arkadaşlar,27.07.2007 tarihinde iş arkadaşlarım Aslı,Gülçin ve Mustafa Bey'in amatör olarak katıldıkları tiyatro kursunda kurdukları 1.45 adlı grubun sezon sonunda sergiledikleri oyundaydık. Mahşer-i Çümbüş'ü duyanlarınız vardır mutlaka.Mahşer-i Çümbüş ile aynı tarzda ve seyircinin de katılımıyla spontone olarak gelişen oyun gerçekten çok güzeldi, tiyatro geçmişi olmayan sadece 3 aylık kurs sonunda profesyonelce sergilenen oyun gerçekten görülmeye değerdi. Eylül ayında yeni sezona başlayacaklar, gitmenizi tavsiye ederim.

22 Haziran 2007 Cuma

Sorun sadece ''Bardağın Boş ''tarafıymış (!)

Her geçen gün yeni şeyler öğreniyoruz çevremizi ve kendimizi tanıyoruz, geçmişte yaşadığımda
dayanamadığım, günlerce ağlayıp sızladığım çoğu olayı şu an büyük bir soğukkanlılıkla karşılamak üzülmem gereken umarsızlığim mı yoksa zaman içinde kaybolan hassasiyetim mi?Ben yine de her olasılıkta mutsuz olmamayı deneyimlerle kazandığım bir kişilik özelliği olarak görüyorum ve mutlu oluyorum. Bardağı dolu tarafından görmeyi öğrenmek sanırım Polyannacılığın aşırı iyimserliği ile ezilmekten iyidir.

8 Haziran 2007 Cuma

Adana'ya gidiyorum..

Arkadaşlar ,aklım başımda olarak 22 Temmuz'da oy kullanmak için Adana'ya gidiyorum.. Umarım 23 Temmuz bizim için yeni ve güzel bir gün olur.

6 Haziran 2007 Çarşamba

DENEME (!)

Düşündüğüm ve cevap bulamadığım tek konu. Dokuz köyden kovulan doğrucu Davut'un gideceği On'uncu köyün adresi. Bilen var mı?

Medyayı sürekli takip eder oldum son zamanlarda , rating uğruna yapılan çeşitli şaklabanlıklara tanık oluyoruz ve gülüyoruz.İşin ilginç ilgimi çeken tek isim Oray Eğin oldu. Çoğu gibi kıvrak
bedenini değil, 'Ben araştırmacı gazeteciyim ' diyerek kıvrak zekasını sivri dili eşliğinde sundu..Çok mu sempatik ? kanımca değil ama açıkçası tam bir doğrucu Davut. Girilmeyen konulara girerek, eleştirilmesi yasaklanan şahsiyetleri eleştirerek insanların olumsuz tepkisini topladı yani antipatik bir şahsiyet oldu.. Bana ilginç geldi ya da farklı diyelim.. farklı olmak bir AYRICALIKTIR ama toplum buna henüz hazır değil , insanlar benzer olanı daha çok seviyor,alışık değiliz gerçeklere, doğrulara... Kabul edileni sürdürerek sorgulamadan yaşamayı öğrenmiş daha doğrusu bu öğretilmiş koyun zihniyetinde yaşayan bir toplumuz. Sanırım Oray Eğin in Amerika daki özgür düşünce öğretisi ile yetişmesi onu farklı kılan.Bizim yarım akıllı koyunlarımızın Avrupai ,özgür düşünce adı altındaki yaşam tarzıyla çelişen bir insan olmakla birlikte onların anlama kapasitesinin çok üzerinde ve anlaşılamaması çok doğal. Zaten onu anlayan çoğunlukta olsa idi Türkiye de şu anki sorunlar yaşanmazdı. Özellikle son günlerde yaşanan politik oyunların detayına fazla girmek istemiyorum. Tek dileğim gerçekleri tüm çıplaklığıyla görecek bir bakış açısına sahip olmak ,eleştirileri kaldırabilecek kadar cesur ve kendisiyle barışık olmak. Bu olmazsa ,yanlış bilinen
doğruları , Türkiye nin Starı ya da yaşına saygı duyulması gerekli zorunlulukları ile yaşamak zorunda kalacağız.
22 Temmuz da akıl sağlığınızın yerinde olması dileği ile....

18 Mayıs 2007 Cuma

Başarı daima alkışlanır !!!

Fenerbahçe 100. Yılını Büyük Bir Şenlikle Kutluyor.

Fenerbahçe Spor Kulübü 100. yılında sportif, sosyal ve kültürel etkinliklere imza atmaya, Türkiye'de ilkleri gerçekleştirmeye devam ediyor. Fenerbahçe Spor Kulübü 9 Haziran 2007 tarihinde Şükrü Saracoglu Stadyumu'nda muhteşem bir gösteriye ev sahipliği yapıyor. Yüzlerce dansçı ve gönüllülerin katılacağı, ses, müzik ve ışık efektleri ile dolu " Yıldızlar Geçidi" gösterisinin tanıtımı 18 Mayıs 2007 Cuma günü gösteriyi gerçekleştiren ünlü İtalyan sanatçı Valerio Festi'nin katılımı ile saat 14.00'te Faruk Ilgaz Tesisleri'nde yapılacaktır. Tüm basınımıza bu tanıtım toplantısına bekliyoruz.

Fenerbahçe Spor Kulübü

14 Mayıs 2007 Pazartesi

Hello Jaak Amca!!!

I am glad to meet with you here Jaak Amca. You are so kind visitor for me and I will be very happy every visit in my blog.I try to create in english special things only for you.You are very sensitive and charmfull person for every Turkish people. People who read this sentence,may be think ''WHY?'' Jaak Amca is a lay person and support to every lay person in Turkey. He loves us very much and me too. See you Jaak Amca ...

10 Mayıs 2007 Perşembe

Bu yazı da 'NİYE' diye sormayın! Anlayan anlar...

Herseyin bizim iyiligimiz icin oldugu felsefesine sahibiz ama yine de
uygulamada zaman zaman sapla saman karisabiliyor..

Efsane Wimbledon tenis oyuncusu Arthur Ashe AIDS'den olmekteydi.
Dunyanin her kosesindeki hayranlarindan mektuplar yagmaktaydi.
Bunlardan bir tanesi soyle soruyordu:
"Neden Tanri boylesine kotu bir hastalik icin seni secti?"
Arthur Ashe buna su cevabi verdi:
Tum dunyada...
50 milyon cocuk tenis oynamaya baslar,
5 milyon tenis oynamayi ogrenir,
500,000 profesyonel tenisi ogrenir,
50,000 yarismalara girer,
5,000 buyuk turnuvalara erisir,
50'si Wimbledon'a kadar gelir,
4'u yari finale,
2'si finale kalir.
Elimde sampiyonluk kupasini tutarken Tanri'ya "Neden ben?" diye hic sormadim.
Ve bugun sanci cekerken, Tanri'ya "Niye ben?" mi demeliyim?
Mutluluk insani tatli yapar
Zorluklar guclu yapar,
Huzun ise insan yapar,
Yenilgi mutevazi yapar,
Basari insani isildatir
Ama yalniz Tanri yolumuza devam etmemizi saglar.
Tanri'ya asla "Niye ben?" diye sormayin... Ne olacaksa olacak... O'nun kendine has usulleri vardir... Hersey kendi Iyiligi icin olur...
Inancinizi koruyun.

5 Mayıs 2007 Cumartesi

Yorumlarım ''YORUMSUZ''

Değişim rüzgarlarının bayrağımızı bu şekilde dalgalandırması tek dileğim...

27 Nisan 2007 Cuma

Sevdiklerimiz...

Sevdiğimiz ne olursa, bir insan, bir yemek ya da çiçek , canlı ya da cansız .. Sevdiklerimiz
önemlidir. Hayat koşturmacası içinde onlar unutulmamalı.... Ben unutmayacağım.
Sevdiklerim ! Sizleri çok özledim.

Eski gözdem canım Savaş'ım...


Bu kızlar sevilmez mi ? Benim yeni gözdelerim

Canım arkadaşım Deniz'in ikizleri

Ashley ve Defne


Dilara'm

21 Nisan 2007 Cumartesi

Anlar, sadece yaşanası Anlar yaşamın özeti..

Bu güzel paylaşımın için teşekkürler Onurhan, benim duygularımı çok güzel ifade etti..


ANLAR

Eğer,yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,
Çok az şeyi ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doğuşu izler,
Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim bir çok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım.
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem, yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında su, şemsiye ve paraşüt almadan,
Gitmeyen insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.
Ama işte 85`indeyim ve biliyorum.. .
ÖLÜYORUM....


JORGE LUIS BORGES


Gidenlerin Ardından....


20.04.2007 tarihi hafızamdan kolay kolay silinecek bir gün olmayacak.
Sabah saatlerinde gece gökyüzünden kayan iki yıldızın yokluğundan haberdar oldum,o kadar sessiz sedasız bir gidişti ki bu...

Onu yıllar önce, 1992 yılında üniversitenin ilk yılı tanıdım,hani o çılgınlık
dönemimiz, başımızda kavak yellerinin estiği dönemler..Işıltısı ve özellikle
Ege'li bir efe duruşuyla asaletinden bir gram eksiltmeyen o çapkın gülümsemesi ile hafızamdan silinmeyen bir kişilikti o. Hatırımda kalan hep güzel şeylerdi yıllar öncesine döndüğümde. Yaşarken farkına varmadığımız
o güzel yıllarından en güzel kişiliklerinden biriydi. Gidişi böyle sessiz sedasız mı olacaktı ? 18.04.2007 gecesi kalp sıkışması ile başlayan ölüme yolculuk onu hiç uyanmayacağı derin bir uykuya götürdü.Kalbim sıkıştı ,tam 10 yıl sonra onu geçmişi anmak için ziyaret etmeyi düşünürken , yanlış bir mekanda buluştuk Sevgili Okay ! Ölüm gerçeğinin bu kadar sert bir tokat etkisi yaratacağını düşünmezdim hiç. Büyümedim derken yaşlanmışız demeye başladım, baba yarısı olan Sevgili amcamı seninle aynı gün yitirmem
ölümü ne kadar doğal karşılamaya çalışsam da doğanın kanununda bir aykırılık olduğunu düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. Çok gençtin Sevgili Okay, hayatı yaşayamadın,doyamadın hayata..

Huzur içine yatın Sevdiklerim , arkadaşım . Seni göremediğim uzun yılların suçluluğunu yaşadım bugün, 'keşke'leri yaşamayı istemediğim hayatta tek keşkem oldun..

Zaman , mekan , olaylar bu bileşimi sağlayan bir gücün varlığı var. Sonuç üzücü ya da mutluluk verici bu da ona bağlı. Bilinmezlikler ürkütücü bir çekiciliğe sahip . Ben dersimi aldım..

Sevgili okul arkadaşım Okay Selamet'i 32 yaşında geçirdiği bir kalp krizi sonucu kaybettik. Bu genç yaşında
geldiği konumun ağırlığına o genç kalbi dayanamadı. Sevgili arkadaşım 5 ay önce terfi ettiği Finansbank İmes Şube Müdürlüğü görevinde iken bu acı sonu yaşadı. Hayatta amacımız ne bunu sorgulamaya başladım, kariyer mi, para mı, huzur mu? Ya da çok hassas bir denge ile hayattaki amaçlarımızı belirli oranlarda harmanlamak mı
gerekiyor? Kafamda bu soru işaretleri beni kendi içimde farklı bir yolculuğa sürüklüyor.

Ben yaşamdan gerekli dersi alıyorum sanırım, sevdiklerinize sıkıca sarılmak için geç olmasın, ''Keşkesiz'' hayatları yaşamak nasip olsun herkese.. Sevgiyle sevdiklerinizle ve sağlıcakla kalın...


20 Nisan 2007 Cuma

''Denemeler'' (Michel De Monteiqne)

Önerdiğim kitaptan alıntılar..

*Başkalarının bilgin olabilsek bile ancak kendi aklımızla akıllı olabiliriz.(ayf.29)
*Kusur korkusuyla suç işliyoruz.(syf.31)
*Her şey kırılmaz zinciriyle bağlı kaderin.(syf.44)
*Niçin başka güneş başka toprak ararsın,yurdundan kaçmakla kendinden kaçar mısın?(syf.57) *Saadet bile haddini aşarsa azap olur.(syf.65)
*Kaderin insanlara bir lutfuda namuslu işlerin aynı zamanda en faydalı işler olmasıdır.(syf.73) *Yunanlı bir balıkçı kasırga sırasında Neptunus'a şöyle demiş:"Ey tanrı ister beni kurtar ister batır ,ben dümenimi kırmadan dosdoğru ilerleyeceğim".Zamanımızda nice dönek, iki yüzlü karışık insanlar gördüm ki dünya işlerinde benden daha tedbirli oldukları halde benim kurtulduğum felaketlerden kendilerini kurtaramadılar.(syf.73-74)
*En az bildiğim şeyler tartışmaya en elverişli olanlarıdır.(syf.75)
*Yaşıyor ama bilmiyor yaşadığını.(syf.85)
*Acı masuma da yalan söyletir.(syf.106)
*Bütün umudum kendimde.(syf.108)
*İnsan her yerde hep o insandır ve bir insanın özünde soyluluk olmadımı dünyanın tacını da giyse çıplak kalır.(syf.131)
*Paranın saklanılması kazanılmasından daha zahmetli bir iştir.(syf.147)
*Cimriliği yaratan yoksulluk değil zenginliktir daha çok.(syf.155)
*Zafer zafer değildir,yenilen düşman yenilgiyi kabul etmedikçe.(syf.176)
*Ah bir dost!Eskiler dostluğun sudan ve ateşten daha zorunlu ve daha tatlı olduğunu söylerler,ne doğru!(syf.238) *Halkı bir tek insan ,insanı halk gibi gör.(syf.315)
*Gideceği limanı bilmeyene hiçbir rüzgarın faydası yoktur.(syf.320)

Denemeler bana bildiğim fakat üstünde hiç düşünmediğim şeyler hakkında düşünme kapısını açtı.Okudukça Monteigne'ye hak verdim ve şaşırdım. Çünkü bunları ben biliyordum ama ya üstünde düşünmemiştim ya da parçaları birleştirmemiştim. Monteigne Denemeleri oldukça akıcı bir şekilde, eğlenceli hikayelerle ve filozofların sözleriyle destekleyerek yazmış. Her konudaki hikayeyi merakla insana okutturuyor.İnsan okurken bol bol da düşünme fırsatı buluyor. Denemeler çok güzel bir kitap fakat her konu o kadar zevkli ki bir hikayeyi okuduğumda bir öncekini unutuyorum.
DİKKAT LÜTFEN OKUYUN !!

19 Nisan 2007 Perşembe

İlk Denemem...

Yıllık izin denince akla ilk gelen yaz ayları, Akdeniz sahilleri ( canım Akdeniz çok özlemişim denizini ) ,plaj, güneş vs vs... İlginç bir tatil anlayışım var benim, bu 5 günlük izni kendime ayırdım, sadece kendime neden bilmem uzak yerler kaçmak, kendime ait olmadığım , kendimle başbaşa kalmadığım zaman sadece yorgunluk oluyor. Bu konuda benim gibi düşünen var mı bilmiyorum !! Kafamın içinde tatile çıktım ben ,beni tutana aşkolsun.. Neler mi yaptım? Düşünün ..hayal gücünün sınırı yoktur, Dünya'yı dolaştım , en uzak sahillere ,egzotik yerler ulaştım, değişik insanlarla tanıştım siz yeter ki isteyin. Üzücü olan şeylerden uzaklaşamadım maaalesef genelde duyarsızlıktan değil ama sadece aşırı hassasiyetten dolayı uzak kalmayı tercih ettiğim Türkiye gündemini takip ettim ,siyaset ile ilgili yorumlarımı bu yazımda kendi ağzımdan çıkan cümlelerle aktarmam çok ağır olabilir imalı bir 'NO COMMENT' ile konuyu atlarsam sanırım mesaj ulaşmıştır herkese..

İzinde ne yaptığımı anlatmak değil elbette amacım , açıkçası izin dönüşü ne yapabileceğimi düşünüyorum. bu blogu oluşturmuş olmam ,genelde yazdığım yazıları paylaşmaktan çekindiğim
için kendimce bir yenilik, bir devrim!! Yıllarca ..taa ortaokul yıllarından beri günlük tutma alışkanlığı olan biri için , bunu herkese açık bir günlükte yapmak ilginç bir deneyim,benim için
cesaret..

Yıllar önce tek hayalim deneme tarzında bir kitap yazmaktı, ama o dönemlerde inandığım tek şey yaşadığım deneyimlerim bana göre ebedi değeri olan ( günümüzde reklam amaçlı, popüler kültür ürünü yeterince kitap var ,buna dahil olmak istemem) bir kitap için yeterli olmadığıydı,
buna hazır olmak yetenek eşliğinde uzun bir süreç , deneyim gerektirir kimbilir bu isteğim belki gerçek olur...Bu dünyadan gittiğimizde yaşadığımızı, burada olduğumuzu ispat eden geride bizden iz bırakacak birşeyler olması gerektiğine inananlardanım. Her insan geride hayırlı bir evlat bırakmayı ister , amaç edinir; ama önemli olan olağan olanı yaşamak değil sıradışı olmak,
farklı olmaktır..Her insan doğar ,büyür,ölür bu süreçte toplumsal kurallara uyma gerekliliği duyarak evlenir,aile kurar, çocuğu olur ve çocuğunu en iyi şekilde yetiştirmek için çabalar..
Bu yaşamın doğal sürecidir, öyle bir süreç ki çocuk ve kariyerin aynı cümlede olması bir ironi olarak şarkı sözüne girmiştir. Günümüzde dürüstlük nasıl insanda olması gereken doğal bir özellik olduğu unutulup, erdem olarak kabul edilmişse insanın doğal süreç dışında yaşaması da erdem görülmektedir. Kısacası BOMBOŞ hayatlarla tükeniyoruz.

Ortaokul da okuduğum ve hala hatırımda kalan kitap Monteiqne'nin 'Denemeler' i dir. Bu yazımı okuyan ve hala bu kitabı okumayan varsa lütfen okusun, orada herkes için vazgeçilmez ve değişmez doğruları göreceksiniz. Sadece bir öneri..

''Issız yerlere kendin için bir Evren Ol.'' Bunu başarana, insan olana ne mutlu ,kendine yet ki çevrene vereceklerin olsun ki mutlu olasın, genç kalasın...

Herkesin bir hikayesi vardır, sokaktaki dilencini, küçük çocuğun, annenin, babanın birbirimizi dinlemiyoruz ki bilelim. Devir dinleme devri değilse okuyalım arkadaşlar birbirimizi anlamak için dinleyemiyorsak, yazalım , paylaşalım, okuyalım o zaman herşey daha ortak ve güzel oluyor..

Cuma 'nın ilk saatlerinde Sevgiyle kalın mesajımı iletmek isterim...

18 Nisan 2007 Çarşamba

Sonunda benim de bir sayfam var...


Teşekkürler Şebnem..

Güzel Bir Çarşamba..

Güzel Bir Çarşamba sabahı herkese merhaba..

Güneşli olmasına rağmen baharı ve sonbaharı anımsatan, tatlı esintisiyle üşüten rüzgarı hissebilmek için de kafamı boşaltmam gerekiyormuş. İnsanın bazı şeyleri yaşayabilmesi
tamamen ruhsal durumu ile alakalı. Başka ne söylenir ki hissettiğim hafifliği sözcüklere aktaramıyorum...Sevgiyle dolu merhaba...